Günümüzün hyper-curated popüler kültür dünyasında, Sabrina Carpenter kadar sohbete konu olan çok az figür var. Dergi kapaklarında, TikTok’ta, sahnelerde hemen hemen her yerde Sabrina’yla karşılaşmak mümkün. Kabarık fiyonkları ve parıltılı mini şortlarıyla bir nesle şeker tadında bir power-pop sunarken, özgüvenle flört ediyor. Şarkıları akılda kalıcı, görselleri kusursuz, varlığı kesinlikle ikonik. Ama simler yere indiğinde bazıları şu soruyu soruyor: Peki ya içerik?
Sabrina Carpenter’ın etkileyici bir pop personası yarattığı bir gerçek. “Espresso” klibindeki retro parıltıdan sahnedeki Lolita-Barbie melezi performans stiline kadar, eğlenceli güçlenme ile fabrikasyon baştan çıkarıcılık arasında ince bir çizgide yürüyor. Evet, provokatif—ama gerçekten neyi provoke ediyor?
Carpenter, güçlenme fikriyle flört ediyor ama bu güçlenmeyi gerekli kılan yapıları sorgulamıyor. Ne bir öfke var, ne bir eleştiri, ne de gerçek bir sarsıntı. Evet, kendine güveniyor! Ama bu güven, cilalanmış, paraya çevrilmiş ve kitlelere yedirilmiş bir güven. Bu, PR ekibi olan bir “kız gücü.”
Asıl mesele sadece Sabrina değil—onu yaratan kültürel anın ta kendisi. Z kuşağı feminizmi krizde: TikTok trendleri, Instagram estetiği ve “hot girl” kapitalizmi tarafından yassılaştırılmış durumda. Bu manzarada güçlenme bir filtreye, feminizm ise bir merch ürününe dönüşmüş. Sabrina problem değil. Belki de sadece bir belirti. Sabrina Carpenter ikonik çünkü oyunu nasıl oynayacağını biliyor. Ama feminizm bir oyun değil. O politik. Ve şu ana kadar, Carpenter bu mücadelede sahneye çıkmış değil.