Aylardan Temmuz. Feed’in %80 deniz manzarası, %20 plaj kombinleri ve belki de “healing era” başlıklı ağlayan bir selfie. Bir anda kendini odanda terlerken, “Mykonos’a en ucuz uçak bileti” Google’layıp deniz kenarında gün batımı story’si atmadan hayatının gerçek olup olmadığını sorgularken buluyorsun.
Orda bir duralım. Gerçekten bir yaz tatili mi istiyorsun—yoksa bu sadece hindistancevizi kokulu bir illüzyona sarılmış mevsimlik FOMO mu?
Bizi yanlış anlama: güneş, deniz ve sessizliğin vurduğu yer bambaşka. Cildin buruşana kadar yüzmek, havluyla aşırı pahalı bir dondurma yemek… hepsinde sihirli bir yan var. Bilim bile su kenarının stresi azalttığını, ruhu hafiflettiğini söylüyor. Ama bir noktada, dinlenmek bir “gösteri”ye, tatiller ise bir performansa dönüştü. Artık elinde buzlu içecekle “mentally here” yazmazsan (ama gerçekten oradasın), sanki yazı yanlış yaşıyormuşsun gibi hissediyorsun. Gerçek şu ki, En iyi hayatını yaşadığını kanıtlamak için uçağa atlamana gerek yok. Huzur mu istiyorsun? Onu kendi şehrinde, odanda, mahallenin parkında bulabilirsin. Pasaporta gerek yok.
Gerçek dinlenme bir varış noktası değil. O, çevrimdışı olmak. Suçluluk hissetmeden “hayır” diyebilmek. Scroll yerine yavaşlamayı seçmek. Evet, plaj harika. Deniz kenarındaki anılar en güzellerinden. Ama iyileşmek dediğin şey, happy hour’da elinde kokteyl denize atlamak ya da tatilde her adımda sosyal medya pozu vermek değil. Plaj güzel, evet. Ama bazen iyi bir uyku ya da kendi zamanını geçirip bir sonraki adımlarını düşünmek, denizden çok daha fazla iyileştirebilir. Belki de tek yapman gereken, Instagram/TikTok’u bir hafta silmek ya da herkesin söylediği değil, gerçekten sevdiğin bir kitabı okumak.
Bu yaz, keyfin istiyorsa seyahat et. İstemiyorsa etme. Sırf Instagram’da gördün diye hiçbir fikrin olmayan o saraylara gitme. Hayatını romantikleştir, her anın tadını çıkar. Sosyal medyada gördüklerine değil, kendi iç dünyana odaklan. Çünkü bu yazın modu, algoritma onaylı estetikler değil; bilinçli ve içten bir mutluluk.